Kayıtlar

İç Konuşmaları -VII

Resim
 Yaptığın ve düşündüğün onlarca iyi şeyin bazen karşındaki için hiçbir anlam ifade etmediğiyle yüzleşmek zorundasın, bir şey olduğu için değil sadece hatırlatmak istedim. Çözülemeyecek konuları çözmeyi bırakmak da bir çözüm müdür? İnsanın bazen tek ihtiyacı, orada olduğunu bilmektir. Sana yardım etmesi ya da seni düzeltmesi için değil. Her şeyi yoluna sokmak için de değil. Sadece orada, senin yanında durması ve sana yalnız olmadığını hissettirmesi için. İnsan büyüdükçe sevdiği çiçeklere benzer mi? Seni tanıyan birinin seni " koparılmaya kıyılamayacak bir şeye" benzettiğini duysaydın, senin de gönlünün pencereleri açılıp da içine temiz hava dolar mıydı? Gün biterken kırgın hissetmek artık o kadar da yabancı gelmiyor. Akşam yürüyüşlerinden dönerken karşılaştığın ama hiç tanımadığın insanların tanıdık yüzlerini görmek gibi, yaşamak biraz da böyleymiş, yaşamak canımın içiymiş. Sakin sevgimizi çok özledim.  O dinginlik sanki çiçeklerimizi açtıran, bize daha çok hayal kurduran hoş...

Keskin dönemeçlerde kendi saçlarından öpmek,

Resim
 Aynalar vardı, baktığımda yüzümün yansımasını göremediğim. Aslını isterseniz buraya hoş cümleler yazmaya gelmedim. Odamda bir ayna var. Bakıyorum da görmek istediğim yansıma tam olarak bu değil.  Aynalı odalar, yaldızlı geceler, ışıklı evler değil bu,  bu karanlık Yusuf'un kuyusunun karanlığı. Umut etmek kulun işi ve dilerim ki Tanrı herkesi kendi kuyusundan kurtarsın.  Işığını kaybedene ışık tutsun, gam çekene güller dersin, yalnızlıktan kavrulana kalabalık sular bahşetsin.  Herkesin iyiliğini ve güzelliğini istemek bahçemize bereket versin ve Tanrı beni göğsüne bassın. Birazcık saçlarımı sevsin. " Benim de burada bir yerim var " diyeyim. Sığınmak, anlaşılmak için okyanuslarda kulaç atmak zorunda kalmayayım. Tanrı sadece beni göğsünde uyutsun ve yaralarıma dokunsun ve şafinlerin şifasını kabuklu yaralarıma sürsün.  Ben onun kuluyum, kölesiyim  Kusurluyum, acizim,  Tanrı beni bağrına bassın, Aynalarla aramızdaki husumeti yok etsin. Bağrımı delip ...

Serin bir rüya,

Resim
Adını bilmediğimiz dağların eteklerinde açıyor sümbüller, Ve derman dağıtıyor Lokman hekim Bu yerler, bu gökler  Ucun bucağına erişilmemiş denizler bir oluyor da bir gece vakti bir masanın başında bir araya geliyorlar sanki  İçime sığdırdığım dünyada daha neler mümkün, bir bilseniz  Parmaklarımı boya kutularına batırsam ve sıvası dökülmüş duvarlarını boyasam bu kimsesiz sokakların  Her renk bir ışık hüzmesi olup içime aksa Göğsümü parçalayıp çıksa kanatlarım, sarsam sarmalasam kendimi  Buradayım , diye el sallasam turna kuşlarına  Heybelerine dileklerimi bağlasam  Onlar ki semada süzülürler, durup yorulmadan - hem kim bilir belki Tanrının sarmaşıklarına da takılırlar - Ben, dünya bize rağmen gösterişli bir güzelliğe sahip derdim. Varlığa ve yokluğa ve yeşilin, sarının, morun dünya üzerinde var olduğu binbir çeşit tonuna, ve kötülerin kuytularda iyileri boğmaya çalıştığı düzenin taş aralarından boy veren tek bir yonca dalına. Belki de şükür ederdim. U...

İç Konuşmaları -VI

Resim
  Sabahın dördünde uykumdan uyanıp dinlediğim o şiir, kör karanlıkta gözümü bile zor açıyorken duymaya ihtiyaç duyduğum o şiir, Anlaşılmayı ve normal karşılanmayı beklemediğim o an, Absürt ve gizemli olanı içimde normal kıldığım ve halimden memnun olduğum, bu benim kendi hazinem Ama, Ama biz gurbetin insanlarıyız. Yazıdan anlamak yazgımızın temeli. Gurbet türkülerinin sözlerini inci gibi dizmek ardı sıra, hep bir pencere pervazı hep bir kapı eşiği.. hâlbuki yolu belli izi belli - hoş gidemedikten sonra avucunun içi olsa memleket ne fayda-  Yerine, yurduna kavuşsaydı insan hiç medet umar mıydı duyacağı bir çift sözden?  Anlaşılması zor bir insan olmanın yükünü anlam aramayan ne bilsin. Bunlar kuru sözlerin mübalağa dolu  hissiyatları. Birbirimize hiç benzemiyoruz. Birbirimize ne kadar da benziyoruz. Aynı şeyleri hissedip farklı cümlelerle aynı dili konuşur mu insan? Konuşamaz deme. Bazen aynı şeyleri hissedip farklı cümlelerle susar da insan. Belli bir eşikten geçip d...

Geride kalanlara,

Resim
 * Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir. El el yürüdüğümüz yol ağaçlarla ve mezarlarla bezeliydi ama bu o an yapabildiğim tek şeydi; babamı tutmak ona tutunmak. Henüz avucumun içinde tutabiliyorken elini büyük bir nefes ve şükür çektim. Babamı aynı yerde aynı acıyla ikinci görüşümdü bu. İkimizde ahşap oymalı, varlığı bir asır gibi eski büyük bir kapının yüzümüze kapandığını biliyorduk. Toprak sevdiğimiz insanların bedenlerini bizden saklıyordu. Onları gömmüyorduk, onları toprağa saklıyorduk. Zamanı gelen gidip bu saklanma oyununa dahil oluyordu. Zaman hem çok ağır hem çok hızlıydı bu sabah. Babaannemin evine son kez gelmesini beklerken dakikalar geçmiyordu sonra saniyeler içinde defnettik. Babaannemi kaybetmek babamı eksik bırakacağı için müthiş bir acı hissediyordum. Babaannemi kaybetmek çocukluğumuzun çatısını bizden alacağı için müthiş bir acı hissediyordum. Her santiminde çocukluğumun ayak izleri vardı o avluda. Yine bir sürü masa ve sandalye dizmişlerdi o avluya. Yine k...

Tanıdığım bir ağaç var,

Resim
Çiçeğe "unutmabeni" ismini veren insanoğludur inceliğe olan inanca tutulduğum dal. Hâlbuki ne kadar zor inceliğin dengesini koruyabilmek. Beklentilerini ve duygularını taşıyabilmek. Bazen kendini bazen de dünyanı var edenleri sırtlayabilmek,  Olanı olduğu gibi aktarabilmenin çabasını vermek insanoğluna,  Tanrıdan dilemek seni duymasını, seni anlamasını, seni pamuklara sarmasını.. -İstemenin sınırsızlığına inanarak gönlünü ferahlatarak- Bütün bunları zihnimin kalabalığı ile konuşurken, kafamı kaldırıp yolun karşısına baktım. Çırılçıplak duruyordu karşımda. Halinden memnun değildi. Çünkü kendi tercihi olmayan bir sonucun üzerinde yarattığı ağırlığı taşıyordu. Sonbaharda yapraklarını çok döktüğü için bu büyük ağacın tüm dallarını budamışlardı. Çünkü yazın o ağacın gölgesinde serinlediklerini, güzün ilk günleri gelir gelmez unutmuşlardı. Yeşil renkleri sarıya dönüp birde yerlere dökülen yapraklarını toplamak zorunda kaldıklarında; güzün de gelip geçici olduğunu göz ardı edip kesm...

Cennet bağının gülleri,

Resim
 Herkesin çatısı kendisinin cenneti. Hele bir de sağsa, sağlıklıysa tüm sevdikleri; bir kez olsun sevilmenin ve arzulamanın o keskin ve iz bırakan tadını aldıysa, değmeyin keyfine. Hergün eve tek parça dönebilmenin kekremsi bir hazzı bile kalırdı damakta. Ne fark eder, ha baş ucunda ha dünyanın öbür ucunda.  Ben karanlıkta bırakamayacak kadar seviyordum onu, o da gelip benim karanlığımın ışığı açıyordu. Pencereyi aralıyordu nefes alabilmem için. Bir başkasının çatısını merak etmiyordum. Bana ait olan herşeyin muazzam bir vazgeçilmezliği vardı.  Parmak izi gibi bir şeydi bu aramızda yaşanan. Herkesin hikayesi kendine özgüydü elbet ama bu bambaşka bir esintiydi sanki. Çok uzun zaman karşı kaldırımdan izlediğim; minik çakıl taşları ile bezeli, uzun kavaklarla sıralı bir nehir yoluydu. Ve ben bir türlü yolun karşısına geçememiştim.  Ama zamanında ayağıma dolanmaktan korkan Taş, artık bana sarılmak istemişti ve ben çok uzun zaman beklemiştim bu anı ve o taşı göğsümde bir...

Denize dökülen bir pınar gibi,

Resim
Ne olduysa o kırmızı monttan sonra oldu , demiştik biz uzun süre. Hayatını alt üst ettin , demişlerdi onlarda. Hayatımın altından cennet suları akıyormuş meğer, kurak bir toprak üstünde yaşarken bundan haberdar değildim. Bu yıl yeni bir yaş aldım, onbir kilo verdim, hayatımda ilk kez bu yıl gittim lunaparka.  İnsanlar eksilttim hayatımdan -yeni insanlara yer açtım- Çok ağladım, çok yürüdüm, çok yazdım. Gün doğumlarını yakaladım. Yağmurlu günlerde şemsiye taşımaktan hiç haz duymuyorum ama ilk kez şemsiyem ile yürüdüm yağmurda. Saçlarım çok uzadı, bir iki tel beyazım bile çıktı.  Kafamın içi aylarca susmadı,  Hem çok konuştum hem hiçbir şey anlatmadım insanlara. Bu yılın kahrını da neşesini de en çok iş arkadaşlarımla bölüştüm. Ne kadar ağladıysam o kadar güldüm. Öyle ki artık ağlanacak şeylere de gülüyoruz. - ve oldukça yüksek ses çıkartarak çalıştığım için üzgünüm, bu da bir çeşit terapi oldu bana - Ankara'ya bu yıl da gidemedim. Taşa döndüm zannederken kalbimde çiçekler...

İçimizdeki koşmak arzusu,

Resim
 Umut etmekten yorulunca bir ağacın gövdesine yaslanıyorum. Ellerim var, ellerimle tutuyorum ağacın gövdesini, Şükür diyorum. Avuçlarıma bakıp devam et, diyorum. Umut etmeye ve gövdesine yaslandığın ağacın kovuklarına sarılmaya, devam et. Ömrüm, incecik şeffaf bir iplik üzerinde yürümeyi bıraktığım bir yaşa evrildi. Olumsuzluklar paçamıza yapışmış keneler gibi peşimizi bırakmazken; insan denize kıyısı olan bir evin, beyaz duvarları arasında, anadan üryan gezmenin özgürlüğü ile tanışıyor ve işte hikaye tam olarak böyle başlıyor. Öyle hırpalanmış ki ruhum sorun sayılmayacak konularda bile "dünyam yıkılacak mı yeniden başıma" diye korkuyla odalara kapatıyorum kendimi. Gelip ışığı açsın diye bekliyorum. Herşey kötüye gidecek olsa dahi beni karanlıkta bırakmasını istemiyorum. Bir yaşamın değil bir yaşın yorgunluğu bu.  Hâlbuki kendimi sırt üstü geriye doğru bırakmak; korkmadan, tereddüt edip ardıma bakmadan.. En çok neye ihtiyacın var, bu kördüğüm olmuş hayatından ne istiyorsun...

İç Konuşmaları - I

Resim
  Nedir insanı ayakta tutan? Yığılacak bir yer bulamaması mı?  Kalabalık bir caddede nereye yetişmeye çalıştığını bilmediğim bir insan güruhunun içinden sıyrılarak yürümeye devam ederken, insanların yüzüne baktım. Yüzünde korku olan insanlar, gözlerinde gözyaşı bulutları taşıyan insanlar, telefonun ucunda güzel bir söz ya da haber aldığı şüphesiz ki neşesinden belli olan insanlar ve tepkisizler. Donuk, metalik bir soğukluk yüz hatlarına yapışmış sanki.  Hiç tanımadığın insanların yüz hatlarına bakabilmek mümkünken kendini görememesi insanın -her manada görememesi kendini insanın- farkındalıksız bir yaşamın devamlılığına sebep. Acaba yolda ağlamak kadar inciten bir başka ağlama metodu var mıdır? Sanmam. Ama ansızın yol ortasında ağlatır seni burnunun direğini sızlatan şey her neyse. Ve sen en alakasız sokağı dönerken durup olduğun yerde, dizlerinin üzerinde ve dizlerinin bağı çözülerek ağlamaya başlarsın. Yine insanlar gelir insanlar geçer yanından. Bu kez senin gözlerini...