İçimizdeki koşmak arzusu,
Umut etmekten yorulunca bir ağacın gövdesine yaslanıyorum. Ellerim var, ellerimle tutuyorum ağacın gövdesini, Şükür diyorum. Avuçlarıma bakıp devam et, diyorum. Umut etmeye ve gövdesine yaslandığın ağacın kovuklarına sarılmaya, devam et. Ömrüm, incecik şeffaf bir iplik üzerinde yürümeyi bıraktığım bir yaşa evrildi. Olumsuzluklar paçamıza yapışmış keneler gibi peşimizi bırakmazken; insan denize kıyısı olan bir evin, beyaz duvarları arasında, anadan üryan gezmenin özgürlüğü ile tanışıyor ve işte hikaye tam olarak böyle başlıyor. Öyle hırpalanmış ki ruhum sorun sayılmayacak konularda bile "dünyam yıkılacak mı yeniden başıma" diye korkuyla odalara kapatıyorum kendimi. Gelip ışığı açsın diye bekliyorum. Herşey kötüye gidecek olsa dahi beni karanlıkta bırakmasını istemiyorum. Bir yaşamın değil bir yaşın yorgunluğu bu.
Hâlbuki kendimi sırt üstü geriye doğru bırakmak; korkmadan, tereddüt edip ardıma bakmadan..
En çok neye ihtiyacın var, bu kördüğüm olmuş hayatından ne istiyorsun diye sorsalardı, güvende hissetmek derdim. Kabul olacağına inanmasaydım belki de gerçekleşmeyecek hayaller rafına kaldırmak zorunda kalacaktım.
Ama sonra baktım aynadaki aksime,
Sanki annesini kaybetmiş bir kuştum ben,
kanadının ucu kırılmış bir kuş,
Öyle ki;
Tertemiz çarşafların arasında ıslak saçlarımla uykuya daldığım o ilk anı unutamadım. Seneler geçer, anılar eskir belki. Ama bazı anlar ve kokular var ki her saniyesini zihnimin perdelerinde tekrar eden bir piyes gibi durmaksızın oynatıyorum. Ve bu oyunlar kapalı gişe. Anlatımı mümkün olmadığı için aktarmadan bir başkasının zihin perdesine,
Öyle olduğu haliyle,
Anımsayarak,
Güçlenerek devam ediyorum.
Biliyorum, içimizdeki koşmak arzusu asla bırakmayacak yakamızı. Deli taylar gibi koşacağız. Yazgımızdan kaçacağız, yazgımızı kovalayacağız..
Hiçbir şey olmamış gibi yaşayabildim, ama hiçbir şey olmamış gibi hissedemedim. O yüzden içime sığdıramadığım ne varsa ardımızda kalan yılların sandıklarında kilitli tutup; güzel olana, bizim olana koşacağız.
Patikali yollardan geçeceğiz, aşk şerbeti içeceğiz, dağların eteklerinden geçerken radyoda çalan ezgileri mırıldanıp, kuşların göç edişini izleyeceğiz. Ben bazı şeyleri hiç konuşmayacağım ama ne zaman bir leylek görsem semada bak, diyeceğim sana leylek havada, yola çıkacağız..
Çünkü bazen kederi de seversiniz. Belki de kederinizdir sizi dünyevi cennetinizin bahçesine götüren. Şükür edersiniz döktüğünüz her damla gözyaşınız için. Mükâfatını aldığınıza inanır, tadını çıkartacağınız anların gerçekleşmesi için adaklar adarsınız. İnançtır bu, inanırsınız.O gün geldiğinde sevinçten de ağlayasınız diye bir menzil oluşturursunuz.
Nasıl mıydı? Böyleydi işte.
Yorumlar
Yorum Gönder