Cennet bağının gülleri,

 Herkesin çatısı kendisinin cenneti. Hele bir de sağsa, sağlıklıysa tüm sevdikleri; bir kez olsun sevilmenin ve arzulamanın o keskin ve iz bırakan tadını aldıysa, değmeyin keyfine. Hergün eve tek parça dönebilmenin kekremsi bir hazzı bile kalırdı damakta. Ne fark eder, ha baş ucunda ha dünyanın öbür ucunda. 

Ben karanlıkta bırakamayacak kadar seviyordum onu, o da gelip benim karanlığımın ışığı açıyordu. Pencereyi aralıyordu nefes alabilmem için. Bir başkasının çatısını merak etmiyordum. Bana ait olan herşeyin muazzam bir vazgeçilmezliği vardı. 

Parmak izi gibi bir şeydi bu aramızda yaşanan. Herkesin hikayesi kendine özgüydü elbet ama bu bambaşka bir esintiydi sanki. Çok uzun zaman karşı kaldırımdan izlediğim; minik çakıl taşları ile bezeli, uzun kavaklarla sıralı bir nehir yoluydu. Ve ben bir türlü yolun karşısına geçememiştim. 

Ama zamanında ayağıma dolanmaktan korkan Taş, artık bana sarılmak istemişti ve ben çok uzun zaman beklemiştim bu anı ve o taşı göğsümde bir zafer nişanesi gibi taşımaya hazırdım.

"Ayağına dolanacak yolu yapamadım" diyerek yolun karşısında beni bırakan o taş, kilometreleri bir araya getiren kuvvetli bir poyraz olarak geri dönmüştü. Ben onun nehrine bakan bir ağaç olmaya da, ağacına can suyu olmaya da, taş olup yan yana durmayada hazırdım. Ben gelip aldı. Benim karanlığımın ışığını açtı. Sis perdelerini kaldırdı. Birlikte taşlı ve tozlu yollara çıkma hayalleri kurduk. Birbirine çok uzak coğrafyalarda, birbirinden farklı dağ yamaçlarında, birbirimizi bekleyecek gücü avuç içlerimize hapsederek beklemeye başladık. 

Yazgımızdan kaçtık,

Yazgımızı kovaladık,

Yazgımızı sevdik.

Yazgımıza sahip çıktık.

Dünyevi nimetleri bir kenara bırakabilmenin kudreti sardı etrafımızı. Başkasının gülünün kokusu da zehir gelir deyi istemedik. Sılayı iyi bilirdik. Üstelik bir sonu, bir kavuşması olmayan sılayı. Ucunda bir araya gelebilmenin minicik bir kırıntısı dahi varken beklemek, saçlarına kuşların konması gibiymiş. İmkansız görünen cıvıltılı bir kalabalık gibi. 

Canım şimdi sadece sıcak bir ekmeğin ucunu koparıp yemek çekiyor. Öyle tasasız, gösterişsiz, sıcak.. 

Her hangi bir bankta yanyana oturmak çekiyor canım. Sıradan, olası, yetişmesi mümkün bir yakınlık aralığı.. 

İçinde debelenip durduğum dünya telaşlarımdan kurtuldum. Yüklerimi sırtımdan indirdim. Arzularımdan arındım. İhtiyacım olan tek şey anlaşıldığım bir sevgide huzurlu kuş uykularına uyumakmış. Giderek büyüyen bir çığ gibi dağ etelerinden bembeyaz bir sonsuzluk düşlemekmiş. Güneş bizi eritse dahi su olup bir nehre kavuşmanın hayalini kurdum. Dağ eteklerinde geyiklerin ot yediği bir yamaçta durmakmış tek gayem, öğrendim.

Dünyada murad almak da varmış. 

Şükür en güzel duaymış. 

Nasip olurmuş.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Denize dökülen bir pınar gibi,

Kanadın da kaderi kırılmak,

Tanıdığım bir ağaç var,