Şiir yoksa şiar var, dedi

Aslında şöyle oldu, 

Yirmili yaşların yoğun Nazım sevdasından uzaklaşıp, otuzlu yaşlara geldikçe kendimi dizelerinden kaybettiğim İsmet Özel'e yaklaşırken buluşumun üstüne konuştuğumuz bir sohbette fark etmiştik.

Bu gerçeküstü bir dehriz ve buradan çıkmaya çalışmak çamura batmak gibiydi. Elimde olsaydı kendimi hiç bu çamura bulaştırmazdım. Çünkü kelimeler zehirlidir. Ve şiirler ve o şiirleri yazan şairler akıllarını ağaç dallarına asıp kuş misali göçüp gitmişlerdir.

Demem o ki aklı olan anlamaya çalışmaz insanı. İnsan uğruna bu şiirleri, bu ağıtları yakacağımız bir derinlikte değildir. Dünya hassas kalpler için cehennemdir demiş asırlar önce Goethe. Yüzyıl değişmiş ancak kalpte hasar açan hissiyatı aynı! Çünkü arzunun karşılık bulmadığı her an ateşini korlatır bu farkındalık!

Elimde olsaydı ezbere bildiğim her cümlesini unuturdum o şiirlerin. Bu kadar anlam yüklemezdim duyduklarıma, oturup ağlamazdım mesela kaybettiğim kitabın ardından. "Onu nasıl bıraktım orada, arıyorum yok hiçbir yerde" diyerek gecenin bir yarısı telefon açmazdım belki. Bu hayatı bu kadar incelikle sevmek için çok yorgunuz.

Kusuru kendinde aramakla geçen bir ömür biçmek kendine, zuldûr. Ötesi değil. 

Üstelik bu coğrafyada insan olmak kadar zordur bazı incelikleri ruhunda barındırmak. Duygunu göğsünde bir zafer nişanesi taşır gibi taşımaya kalkarsan önce kalbini söker alırlar.

Aynı pencereden bakmadığın her pencereye taş atıyorlar; çünkü anlamaya çalışmak zor, anlamsız olduğunu söylemek kolay. Olanı olduğu gibi kabul etmek zor, kendi istediği şekle girmeye zorlamak kolay. Hassas olanı incitmek kolay, ancak özen göstermek zor. 

Kelimeleri yan yana getirmek kolay -sanılanın aksine- ancak gittiğin her yere hiç susmayan bir zihni taşımak, bütün zorlardan daha zor. 

Hiç durup tenine değen rüzgarı hissetmemiş birine "beni sinesine sarmayan tabiattan rıza dilenmeyeceğim" demenin anlam kazanmasını beklemek, hayalperest işi.

Ya da gelişi güzel, öyle ağız dolusu söylenmiş seni seviyorum'un kıymetini bilmeyene anlatamazsın Leyla'sına seslenirken

 "Başın, gözün ağrımasın 

Yel essin, kokusu gelsin."

 demenin vazgeçilemez vazgeçişini.

Adına yaşamak diyoruz işte. Öyle dümdüz, öyle kafamıza göre, hiçbir şeye anlam yüklemeden, herkesin her konuda birbiri ile yarıştığı, güzelliğin şekilci, arzunun tehlikeli, vazgeçmenin kolay, aldatmanın ihtiraslı dünyasında. 

Bizim olmasını istediğimiz bizim olana kadar müthiş istekli, elde ettikten sonra nankör, kaybedince delisi olmayı ne çok seviyoruz.

Çünkü insan - adına ne derseniz deyin- acı çekmenin gerçek, aşık olmanın uçucu olduğuna o kadar inandırdı ki kendini gerçekliğini hayal dahi edemiyor.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Denize dökülen bir pınar gibi,

Kanadın da kaderi kırılmak,

Tanıdığım bir ağaç var,