dünyada murad almak yalan,
Ve kendi kendine konuşmak bir beyaz parşömen üzerinde. Ve herkese olağan gelmesi tüm bunların. Apansız bastıran bir hazana benzer kaygı tufanı. Ve dinlediğin cefalı ezgide sıkışmak. Ve seneler geçmesi nice dünlerin üzerinden. Biliyorum, merakımız duruyor merak ettiklerimiz değişti. Ve bizi merak edenler eksildi soframızdan. Kimi el koynunda, kimi toprak altında.
Sait Faik'in bir öyküsü vardı hatırlar mısın, adı "İpekli Mendil" . Hani sevgilisinin ondan ipekli bir mendil istemesi ve parası olmadığı için hırsızlık yaptığı öykü. Hani mendili alıp kaçarken söğüt ağacından düşüp öldüğü. Bir ipek mendil uğruna canından olduğu.
Oysa her şeyi yakıp yıkacak bir gücü bastırıyordum içimde, bunun gücüne direnmeyi öğrendim. Geçen gece arşivi kurcalarken iyileşme sürecini görmek için çektiğim yara fotoğraflarıma denk geldim. Geçen sene bu zamanlar, yorucuydu ve sancı tutardı kalbimi ve eğer yaralarımı görseydiniz merhametten ağlardınız!
Şu koca kainatta ne kadar yer tutardı ki benim aciz bedenim. Bir köşe bulurduk kıvrılıp yatacak yine de bir gönle sığamamak gibi bir şey miydi var olmak? Yüzümüzü tanımazlar, ölsek izbe bir çukurda. Üstümüze toprak savuracak dost bulamayız.
Bu karanlıklar çağında insan neden yalnız bırakır sevdiklerini?
Hem insan sevdiğine geç kalır mı?
Oturduğumuz yerden sevmeye ne çok alıştık!
Tükettiğim şen kahkahalı uydurma hikayeler ve hani eskiden dost olandan düşman olmuyordu?
Ama bizim sorunumuz bu, insanlara nasıl davrandığımızla ilgilenmiyoruz.
Ve ben,
Her yere ait gibi davranıyorum, aslında hiçbir yere ait hissetmiyorum.
Ve ben,
ayaklarıma yürü, diyorum "yürüyün hadi", yürüyorlar.
Acelemiz yok.
Hayatımın en kıyısında olduğum yaşındayım. Daha iyisi olmaz diyorum, daha kötü ne olur ki diyorum. Kalbim kristal parçası, bedenim taş, ruhum özgür kuş..
Biliyorum, yol uzun. Vakit yok veda etmeye. Vedalar kırık dökük, sarılmalar eksik, kalpte sancı, bende tamamlanmamış hikaye girişimleri, tek kişilik fotoğraflar, türkülerin eksiltilmiş nağmesi..
Bazen iyi olmak 'iyileşmek' demekmiş. En çok da 'şükür' unutulurmuş. Yarım kalan hiçbir şey geride kalmazmış.
Yaşanmayan şeylere ''-mış'' denmezmiş.. yaşadıklarıma ''-mış'' dedim.
"Bu karanlıklar çağında insan neden yalnız bırakır sevdiklerini?"...zor soru..belki carelerin caresiz kalmasindan...belki de sozun yetersizliginden.
YanıtlaSilCevabını bilmediğim o kadar çok soru soruyorum ki Selim hocam, bazen beni sadece bir bilinmezlik denizinde savurmaktan öteye gidemiyor
Sil