Tek Sayfalık Hikaye

 


O gece Turgut ve Füsun’un evlilik müjdelerini kutlamak için toplanmıştık Müzeyyen Meyhane’sinde. Uzunca bir masa, udi ve tamburi sesine harman olmuş sanat müziği tınısı kulaklarımızda. Kadehlerin birbirine fütursuzca çarpmasının çıkardığı küçük çığlık, kadehten aldığım her yudumla yüreğime çörekleniyordu. O gece Turgut ve Füsun’un gecesiydi. Tüm gece onların büyük aşklarından ve çıktıkları yüce yolculuktan bahsetmeliydik. Alkolün de vermiş olduğu yersiz özgüvenle söze giren Yiğit bütün gecenin yükünü omuzlarıma bırakmıştı:

-         ‘Keşke şimdi Erdem’de olsaydı.’

Ölüm sessizliği belirdi tüm duvarlarda. Birkaç saniye süren o anlar bana bir asır kadar uzun soluklu gelmişti. Masadaki tüm eş-dost ağzımdan çıkacak iki söze kulak kesilmişti. Bir yudum alıp rakı kadehimi masaya bıraktım. Arkamdaki sanatçılara dönüp ‘Elbet bir gün, lütfen’ diyerek tebessüm ettim.

 

‘Elbet bir gün buluşacağız, Bu böyle yarım kalmayacak…

Sevgilim, ne zaman kavuşacağız… Belki…’

 

Acı tebessümümle eşlik ediyordum şarkıya. Başımı kaldırıp patavatsızca ağzımın tadını kaçıran Yiğit’e baktım.

-         ‘Bazen keşke demek yetmiyor. Keşkeler, belkiler, belirsizlikler… Tüm bunların ardında duracak kadar büyümedik mi? İyi ki diyelim.’ dedim. Kadehimi uzatıp ‘’ Erdem’e ‘’ diye ekledim.

Masanın altında, sol elimle bacağımı sıkıyordum. Kendi kendime teselli verecek duruma gelmiştim. Yarası, yarama denk gelenler benim çok ötemde bir yerlerde olmalıydılar. Zira benim çevrem mutlu, umutlu ve birbirine sevdalı insanlarla çevrilmişti. Biz de – bir zamanlar- çok mutlu, çok umutlu ve âşıktan öte sevdalıydık. Sevdalanmak insanların az kullanıp çok çabuk tükettiği yüce bir değer oysaki. Aşk olsaydı seneler içinde yitip giderdi Erdem… kalıyorsa kahvenin telvesi tabakta, saksıda toprak zerresi, kadehte soluk kırmızı bir ruj izi, yitirilmiyorsa ölse dahi bir evladın sevgisi, her sabah Güneş; devralıyorsa Ay’dan dünya nöbetini, sevdada öyle sadıktır düştüğü yüreğe… Dünyalar kadar sevdiğim adamdan ayrılmıştım. Bu dünya, bu elleri bir araya getirmemeye ant içmişti, biliyorum.

Zaman nasıl geçti anlamamıştım. Bir şeyler konuştuk, çok şeye de güldük, sebepsiz. Hatırımda kalmadı hiçbiri. Bedenim o gece o masada sevdiğim insanların kuracakları yuva neşesini paylaşsa da gözlerim çok uzaklarda bir insan silueti arıyor, o insana taşlı yollarda çıplak ayak koşarcasına ulaşmaya çalışıyordu. İkinci senesi dolan bu ayrılık ilk gün ki sızısından gram eksiltmiyordu.  Elleri, avuçlarının içinde ellerimi kavrayacak kadar büyüktü ve ben o ellerden müthiş bir güç alıyordum. Kara gözleri, hoş sesi ruhumu ele geçiren tatlı bir meltem tesiri bırakıyordu üzerimde. Eski köy kahvelerinin yanık kahve kokusu ile taze pişmiş ekmek kokardı. Yuvasını kaybetmiş bülbül gibi kaldım şimdi kör ayazda. Kimsesiz, belli belirsiz.

Gece ilerlemiş ve herkes masayı birer birer terk etmişti. Yavaşça oturduğum sandalyeden kalktım. Bir sürü sevgi sözcüğünü aynı cümleye sıkıştırıp, elimden gelen her şeyi yapabileceğimi de ekleyerek mutluluklar dilemiştim bu güzel çifte. Köşe başındaki taksi durağına kadar yürüdüm. Topuklu ayakkabımın asfalta değen sesi ve gözümden süzülen birkaç damla da bana eşlik ediyordu. 

-         ‘iyi akşamlar abla, nereye gidiyoruz?’ diye soran taksiciye devam etmesini, birazdan adresi vereceğimi söyledim. Başımı taksinin camına yasladım. Radyoda adını bilmediğim bir türkü çalıyordu. Türkünün ezgisi, gecenin karaltısı, yol kenarlarına park edilmiş araçlar, sokak köpekleri… Gördüğüm görüntüleri zihnimde tekrar ediyordum ki, artık Erdem’den başka bir şey geçsin aklımdan! Öyle dalmıştım ki taksicinin seslendiğini dahi duymadım.

-         ‘abla iyi misin? 15 dakikadır dolanıyoruz halen söylemedin?’

Uzattığı mendili yavaşça aldım, evin adresini söyledim. 10 dakika içinde varmıştım. Ayakta zar zor duruyordum. Eminim beni görseydiniz içkiyi fazla kaçırdığımı düşünürdünüz oysa benim başım değil içim kötüydü. İçim almıyordu artık. Aklımın, kalbime açtığı bu savaşı daima kalbim kazanıyordu. Ben hep kaybediyordum aslen! Aklım kazansa dahi ben bir köşede kaybımı yaşardım. Balkona çıktım. İskemleyi çekip oturdum. Bir sigara yaktım. Bir sigara daha yaktım hemen ardına bir tane daha… Sabah ezanı okunana kadar oturdum orada. Saatler dakikaydı sanki öyle farksızdı zaman dilimlerinin yeri benim hayatımda. Güneşin, gökdelenlerin ardından yarım yamalak doğuşunu izledim. Bir kahve içtim, üzerimi değiştirip kendimi sokağa attım.



gidenlere,

gittiği yollardan dönmeyenlere..



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Denize dökülen bir pınar gibi,

Kanadın da kaderi kırılmak,

Tanıdığım bir ağaç var,