İç Konuşmaları- XIII

 

İnsan kendinden kaçamaz da dertlerini başkalarının  acılı ağıtlarına yükler ya, ezgisinin güzelliği sözlerinin ağırlığını hafifletirmiş gibi gelir insana. Sonra her kıtasında kendi gerçekliğinden bir parçaya rastlar ve bu uzun zamandır görmediğin tanıdık bir yüzün karşına çıkması gibidir. Gönül koyduğun insanın ölüm haberini almak gibidir. Bazen gözünden yaş akmaz da ciğerine hançer saplarlar. Yüce Rab ölümü dağlara taşlara vermiş dayanmamış da insanoğlu unutmanın ihaneti ile omuzlamış ya, unutmak bazen kifayetsiz kalmaktır. Bazen bir köşe başı, bir kaldırım taşı, bir romanın kıvrılmış sayfası yitip gidenleri de yaşarken öldürülenleri de etiyle kemiğiyle diriltir karşında. Öylece bakarsın yıllardır görmediğin yüzlere. Sarılsan ellerin boşluğa savrulur hani. Aslında mümkünken imkânsıza çevrilen her ilişki içinde kendini haklı görmenin küstahlığı ile dönüp bakmaya tenezzül etmezsin de tırnağı taşa değse karlı dağları aşacak bir güç çöreklenir yüreğine. Ve bunu her şeyi mümkün kılamanın mümkün olduğu vakitlerde asla idrak edemezsin.  Oysaki biz gam ile dertten yoğrulduk. Çaresi olduğu halde çaresiz kaldığımız her an sarardık, solduk, öldük her sabah yeniden doğarken. On yıl, yirmi yıl, elli yıl, atmış yıl geçti, bir haber gelmedi kimseden. En çok da kendi içimizden. Kendi kimsesizliğimizden. En çok kendimizi affedemedik. İnsanız, eksikliğimiz noksanlığımız bundan. Bundan bir yerlere varamayışımız. Paçamızda bizi aşağı çeken insanlarla çevrelenmemiz bundan. Ağacın kurdu gibi kemiren kendi gerçekliğimiz. Hayat, kader denemeyecek kadar realist. Bunu kendi kendime tekrar ederken yakalıyorum bazen. Bunca şükrün içinde kendi vücuduma yeni yaralar açacak dertleri ben çekiyorum hayatıma. Birileri gelip bir şeyleri kamçılıyor elbette! Ama ellerine bıçakları alıp yaralarımı deşen, büyüten benim. Yeniden filizlenmesine izin veren benim. Benim her şeye karşı aşırı duygusallığım, aşırı hassaslığım. Benim duygusallığım hepimize yeterdi aslında, pay almak isteseydiniz size yüreğimi seve seve verirdim. Birlikte ağlardık yağmur altında çiçeklerini satmaya çabalayan yaşlı amcaya, Hatay’dan geldiği günden bugüne sokakta duran alt komşuma, bir lokma için sokağın başında koşarak gelen kedilerin açlığına, hiç tanımadıklarımıza, isimsiz kız çocuklarının mezarlarına, babalar gününde mezar ziyaretine giden en yakın arkadaşlarımın hasretine, yıllardır çocuklarının kemiklerini isteyenlere, gurbette olmanın kimsesizliğini çekenlere ve gözümü açar açmaz dinlemeye başladığım onlarca türkünün birbirinden derin hikâyelerine, semahlara, ağıtlara. Hiç gidemediğim memleketimin kerpiç evlerine giden köy yollarına. İki kadeh rakıya, tekrar tekrar dinlediğim türkülere ve yeniden geçeceğine inandığım yaralarıma iki satır yazı bıraktım buraya. Sonrasında bak yeniden geçti diyebilmek umudu ile.



*

Sen ne güzel bulursun,

Gezsen Anadolu’yu.

Dertlerden kurtulursun,

Gezsen Anadolu’yu.

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Denize dökülen bir pınar gibi,

Kanadın da kaderi kırılmak,

Tanıdığım bir ağaç var,