PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan Abdal 16. Yüzyılda yaşamış, Alevi-Bektaşi-Türk Halk şairi ve ozanıdır.
Tarihi kaynaklarımızda Pir Sultan Abdal hakkında net bilgi bulunmamaktadır. Sivas'ın Yıldızeli ilçesine bağlı Banaz köyünde yaşadığı, asıl adının Haydar olduğu ve Peygamber soyundan geldiği şu mısralarından anlaşılmaktadır.
“O ruh girdi bana Haydar dost dedi
Yaradandan nasîbini istedi”
*
“Pir Suttan Abdal'ım destim damende
İsmim Koca Haydar neslim Yemen'de
Garip başa bir hal gelse zamanda
Orda her kişinin dostu bulunmaz’’
Halk arasında kulaktan kulağa yayılarak bugün bize kadar ulaşmış olan söylentilere göre Pir Sultan Abdal, çocukluğunda koyun çobanlığı yaparmış ve bir gün rüyasında bir elinde bade, bir elinde elma olan nur yüzlü bir adam görmüş. Kendisine uzattığı bâdeyi içmiş ve elmaya uzandığı anda adamın elinin içinde bir ben olduğunu fark etmiş ve onun Hacı Bektâş-ı Velî olduğunu anlamış. Hacı Bektaş’ın “Pir Sultan” mahlasını verdiği ve şöhretinin her tarafa yayılmasını, sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmemesini dileyip gözden kaybolduğunu görmüştür.
“Pir elinden bâde içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Velî”
mısralarında bu rüyayı dile getirmiştir. Ve Pir Sultan Abdal da pek çok halk şairimiz gibi rüyada bâde içme ile “bâdeli âşık” olmuştur.
Pir Sultan Abdal, Anadolu Alevilerinin arasında Yedi Ulular olarak bilinen Yedi Ulu Ozan'dan biridir. Ve içlerinde Hatâî ve Kul Himmet’le birlikte en büyük üç şairden biri olarak kabul edilmiştir. Pir Sultan Abdal’ın birçok nefesi Alevî-Bektaşî ayin-i cemlerinde okunmuştur.
''İmam Cafer mezhebine uyarız'' ,
''Şeriat göğe çekildi / Alem zulm ile yıkıldı.''
gibi beyitlerinden Pir Sultan’ın inancı ve görüşleri de bir nebze olsun anlaşılmaktadır. Pir Sultan Abdal daha çok söylediği nefesleri ile ün kazanmıştır. Onun nefesleri, yüzyıllardır “ayin-i cem”lerde söylenmektedir.
Pir Sultan Abdal’ın şeyhi, şiirlerinde de pirim diye andığı Hasan Efendi olarak bilinmektedir. Pir Sultan Abdal’ın musahibi ise Ali Baba’dır.
Pir Sultan Abdal’ın bir ustasının olup olmadığı net olarak bilinmemektedir lakin Dedem Korkut (Korkut Ata), Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve Şah İsmail (Hatayî)’den etkilendiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Günlerden bir gün Pir Sultan’ın aynı zamanda dergah olarak kullandığı evine Sivas’a bağlı Sofular köyünden Hıdır gelir. (Arapçadan aktarılan eklerden ötürü yazılışlar Latin alfabesine aktarılırken ‘z’ harfi ile okunduğundan biz Hızır olarak bilir ve bu şekilde telaffuz ederiz.) Hızır, Banaz’a gelerek Pir Sultan Abdal’a mürit olmuştur.
Hızır ‘Pirim, ruhsat verin İstanbul’a gideyim orada yükseleyim ve ben de halkıma bu şekilde faydalı olayım’ der ve Pir Sultan Abdal onun bu ısrarcı tavrı karşısında ‘İstanbul’a gidersin paşa olursun, gelir bizi bile asarsın.’ diyerek karşılık verir. Ancak yine de İstanbul’a gitmesi için izin verir ve şu nefesi söyler;
''Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi?
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi?
Demedim mi, demedim mi?
Gönül sana söylemedim mi?
Ah!''
Pir Sultan’ın himmetiyle İstanbul’a giden Hızır, paşa (vali) olarak Sivas’a döner. Hızır Paşa, günlerden bir gün şeyhi Pir Sultan’ı makamına davet eder ve ona ikramlarda bulunur. Pir Sultan Abdal, bu ikramların haramla elde edilmiş olduğunu düşündüğü için yemeyi kabul etmez. Ve bu haram lokmaları köpeklerinin bile yemeyeceklerini söyler. Bunun üzerine köpekler, önlerine konan yemekleri gerçekten de yemezler. Hızır Paşa, bu yapılanları büyük hakaret sayar ve Pir Sultan Abdal’ı zindana attırır.
Ancak yine de Hızır Paşa içerisindeki vefa borcundan ötürü olsa gerek bir zaman sonra Pir Sultan Abdal’ı affedeceğini ve onu zindandan çıkaracağını söyler ve elbette tüm bunlar karşılığında Pir Sultan’dan içerisinde ‘şah’ sözcüğü geçmeyen üç şiir söylemesini ister ve Pir Sultan sırasıyla,
‘’Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim’’
*
‘’Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz’’
*
‘’Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim’’
şiirleri söyler. Pir Sultan sazını alıp Şah'ı öven üç nefes söyledi. Fakat bu övgü İran Şah’ını değil, Şah-ı Merdan’ı, yani Hz. Ali'yi anlatıyordu.
Hızır Paşa, bu üç şiiri de dinledikten sonra öfkeden deliye döner ve Pir Sultan’ın asılmasını emreder. Ancak bilmez ki Pir Sultan Abdal inancı uğruna girdiği geri dönülmez yoldan dönmeyecektir. Kendisi için hazırlatılan idam sehpasına gururlu ve başı dik şekilde ilerler. Söylenceye göre Hızır Paşa halktan onu taşlamasını ister. Orada bulunan kalabalık Pir Sultan Abdal’a taş fırlatmaya başlar lakin Musahibi Ali Baba gül fırlatır.
‘’Pir Sultan Abdal'ım can göğe ağmaz
Hak'tan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun bir tek gülü yaralar beni’’
Pir Sultan Abdal asıldıktan sonra hırkasının darağacında asılı kaldığı kendisinin ise Sivas’ı, dört farklı yönden terk ettiği rivayet edilir.
Alevi-Bektaşi geleneği içerisinde önemli yer tutan Pir Sultan Abdal baş eğmemenin, inancın sembolüdür. Hayatı ile ilgili farklı rivayetler olmakla birlikte hem Banaz'da hem de Dersim'de yaşadığını iddia eden torunları idam ile ölmediğini, sır olduğunu da söylüyorlar.
'Abdal Pir Sultanım çektiler dara
Düşmüşem aşkına yanarım nara
Bakın ey erenler şu giden yara
Ne sen beni unut ne de sen beni'
Yorumlar
Yorum Gönder