İç konuşmaları-VII
Hayatım inanılmaz değişiyor ama uzun bir süre daha içimde saklayacağım. Yeni insanlar, bana ait olan-olmayan mutluluklar ve güneşi başka şehirde doğurup bir başkasında batırmak ve asla paylaşılmayan fotoğraflar ve sorunlar ve iş hayatı ve kararsızlıklar ve ev içi kararsızlıklar ve yalnızlıktan şikayet etmeler ve ardı arkası kesilmeyen rakı sofraları ve tren biletleri ve konser salonları ve yıkanan bulaşıklar ve kesilen saçlar, armağanlar.. en yakın, en uzak. En geçmişi yarına taşımak ve anlamı olan-olmayan milyonlarca cümle kurdum ve bu yıl karabasan gibi ruhumu emdi ve daha kötü ne olabilir dediğim her an berbat şeyler oldu. Yanlış anlamalar, en yakınlarının bile arkandan konuşup yüzüne gülmesi ve kendi evinde misafir olmak ve hayal kurmayı ertelemek. İzlenmeyi bekleyen filmler listeni henüz başarı ile sonuçlandıramamak. Sürekli ama sürekli aynı yemekleri yemek, aynı giysiler, aynı ezgiler... Ama özlemek. Deli tayların yüreğinde dört nala koşması gibi özlemek. Ve bir insanı, bir kokuyu, bir görüntüyü ve sonra eskiyi çok eskiyi. Annenin dikiş masasında oturduğu, önlüklerin Pazar geceleri ütülendiği çağları. Ve en yakın arkadaşını ve vefatları ve erik ağaçlarını. Derken en çok kendini. Ama en çok kendi ellerini, kendi çağlarını. Geri gelmeyen çocuksu kararlarını vs. vs. Yani şimdi ne gerek vardı yaş almanın. Ölenler öldüğü yaşta kalırken, insanın her geçen gün artan bilinç ve kederi ile yol alması da epey sıkıntı bir şey şahsımca.
Her neyse,
Ayağa kalkıp radyonun olduğu tarafa bir
kaç adım attım. Selda Bağcan şöyle diyordu: "geri dönsem taşa tutar dost
beni, yürüyorum dikenlerin üstünde..."
Yorumlar
Yorum Gönder