Gözümden öpme, ayrılıktır derlerdi.
"Adalet abla! Adalet abla kız öldün mü? İllet karı. Girdimi çıkmak bilmez kapıdan. Üç gündür sesi soluğu çıkmıyor. Vallahi de billâhi de bıktım!" Son kez şansını deneyerek kapısını çalıyor, adeta yumrukluyordu. "Kız bak valla gidiyorum!" Daha fazla dayanamadan kapının önüne bıraktığı çantalarını alan Üç numara Aysel, söylene söylene sokak kapısına kadar indi. Gazinoya gidiyordu. Boynuna cafcaflı bir fular attırmıştı. Mahallenin oğlanları Aysel köşeyi dönene kadar ardından bakar kalırdı. Adalet abla dediği de kat komşusu. Biraz huysuz bir kadındır Adalet abla. Vaktiyle çok namı olan bir kadınmış, eşi eski fabrikatör. E tabi adam kumar borcuna heba etmiş servetleri. Yoksa İstanbul’un kenar mahallerine kadar düşer miydi? Zaten kocasını da iflastan sonra intihar etmesiyle yitirmiş. Adam dayanamamış çevresindekilerin yaftasına. Çocukları yokmuş. Kısır derdilerdi zaar ama hangisinden sebep Allah bilir. Hiç konuşmazdı zaten. Yarım yamalak anlatımlarının üzerine, Aysel bire bin kattı da tüm semte yaydıydı bizim yosma! Neyse, ben ineyim de bir de ben çalayım kapısını dedim. Bir iki tıklattım kapıyı lakin içerden ne ses vardı ne seda. Tam ümidi kestim sırtımı döndüm kapıya da tuttum merdiven yolunu, bir anahtar sesi belli belirsiz duyuldu. Adalet abla kapıyı yarı aralık bırakarak içeri geri dönmüştü. Kapıyı açıp içeri bir adım attım "bak geliyorum" diye seslenirken demir kapıyı ardımdan çektim. İçerisi rutubetten nefessiz kalmıştı. Duvarlarda çatlaklar, loş sarı bir ışık... parmak uçlarımda yürüyerek oturma odasına geldim. Sigara kokusundan sararmış perdeyi aralayıp balkona çıktım. Adalet abla plâstik sandalyesini duvara dayamış radyonun frekansı ile oynuyordu. Birbirinin ardı sıra türküler çalıyordu, ikimizde konuşmuyor bu minik kutu içinden çıkan seslerde dem tutuyorduk. Neşet Ertaş'ın sesini duyunca radyonun sesini biraz daha açtı. Sigara kutusunu çıkarıp ince, uzun parmakları ile bir sigara çekti. İçine çektiği büyük nefesle kahrını yutkundu sanki. Göz göze gelince paketi bana doğru uzattı. Ben de sigaramı tüttürmüştüm. Onun türküye eşlik edişini dinliyordum. Bu karanlık havadan o kadar tedirgin olmuştum ki daha fazla dayanamayıp lafa girdim:
- "Bugün Aysel ısrarla çaldı kapını, neden duymazdan geldindi abla?"
- "Ee malzemesi bitmiştir Fatoş, sen bilmez misin o yosmayı? Hepinizi
bilirisiniz, bilirsiniz de bu karıyı korur durursunuz"
Haklıydı. Gecenin bir vakti gelirdi eve. Çoğu zaman da tek gelmezdi. Sesinden
uyuyamazdık. Bakkal Necip'le de fıkırdar dururdu biz sadece "günahı
boynuna" derdik... günahı boynuna... çünkü ardını dönmek kolaydı. Nedeni
neydi de bu hayatın yolunu tutmuştu sorgulamazdık. Tüm günahları onun omuzuna
yükler kendimizce Allah huzurdan günah çıkarırdık.
- "Adalet abla nen var desene bana? Ne senin içini kemiren, kanırtan
kurt?"
- "Gözümden öpme, ayrılıktır derlerdi. Hep gözümden öptüydü deyyus. Bak
gördün mü el sözü hak buldu da ayrılık vuslatına çomak soktuk. Beni bu viranede
ölüme terk etti. Çok düşünmekten unutmaya başladım Fatoş. Geçen gün yemek
yediğimi unutmuşum da ha bire yiyip durmuşum, gece istifra ederken boğazım
yırtılıyor sandım kız." Tiz sesiyle ince bir kahkaha attırdı. Terzi
Ferit'e kadar erişmiş olacak ki direk dönüp baktı balkona. Dip dibe binalar
arasında sıkışıp kalan tek şey de gülüşlerimiz değildi zaten. Adalet abla da
ona bakıyordu. Terzi Ferit rengarenk yorganlar dikiyordu. Hepsini de sokağa
seriyor, maharet gösterişliyi yapıyordu.
- "bana da alalım mı bundan?" Dedi. Elleri ile pembe yorganı
gösteriyordu. "Çeyizime koyarız, hî şöyle tiril tiril". Ne olduğunu
anlayamadım. Demek ki böyle gidiyor geliyordu biçarenin aklı. Cevap vermeden
son nefesimi çektim sigaradan. Ne kadar süre kaldık orada bilmiyorum. Sokak
lambaları yandı güneşin batışı ile. Çocukların yakar top oynarken ki bağırışları
kulaklarımızdayken, kediler geçiyordu sokaktan. Kağıt toplayan bir sokak çocuğu
gördüğümü de anımsıyorum. Radyonun frekansını hiç bozmuyoruz. Acı bir bozlak
çalınıyor. Kesip bir şiir ekliyorlar;
''Eyvah ne yer, ne yar kaldı
gönlüm dolu ah u zar kaldı."
(Abdülhak Hamit Tarhan.)
Annem apartman boşluğunda adımı yankılatıyordu "Fatoş, hadisene kız hangi cehennemdesin! Koş kapanmadan ekmek al da gel fırından!" Duyuyorum lakin cevap vermek için yerimden kalkmaya bile yeltenmiyorum. Kolumdaki saati çevirip bakıyorum, zaman nasıl da geçip gitmiş biz put gibi dururken? Yerimden aniden kalkıyorum. Adalet abla yüzüme bile bakmıyor. Dalmış. Kim bilir nerede? Ne hülyada şimdi? Hoşça kal derken cevap vermesini dahi beklemiyorum. Hızlı hareket edeyim derken tüm sakarlığımla elimdeki su bardağını yere düşürüyorum. Neyse ki plastik bardaktı, diyorum. Bir hışım çıkıyorum evden. İkişer ikişer iniyorum merdivenleri. Ezan okunmadan eve dönmezsem tüm gün oruç tutmuş babamdan güzel bir zılgıt yiyeceğimi biliyorum. Fırından taze pideleri alıyorum. Daha köşeyi dönmeden ezanı okuyor hoca. Yandın kızım Fatoş! Omuzlarımı düşürüp eve doğru yürüyorum. Mahallenin girişinde bir kargaşa. İnsanlar toplanıyor bizim binanın önüne. Acıklı bir ambulans sesi delip geçiyor kalabalığı. Merakla sokuluyorum içlerine. Birkaç dakika sonra sedye ile çıkıyorlar kapıdan. Sedyede boylu boyunca uzanmış Adalet abla. "N'olmuş, nasıl olmuş?" sesleri birbirine karışıyor. Düşüp başını kolona çarpmış diyorlar. Kan, çok kan akmış. Nabzı atmıyormuş. Radyonun sesi alt katlardan duyuluyor. Bunca ses içinden bir onun cızırtısını seçiyorum. "Bir güzel sevdası gözümde tüter, bu ayrılık bize ölümden beter..." yutkunamıyorum. Elimdeki pideler yağmurdan birikmiş çamurlu suya düşüyor. Adalet abla ebediyete taşınıyor...
Yorumlar
Yorum Gönder