BÂSÜBÂDELMEVT
Merhabâ hoş geldin ey rûh-i revânım merhabâ
Ey şeker-leb yâr-ı şirîn lâ-mekânım merhabâ
(Merhaba, hoş geldin ey su gibi akıp giden ruhum merhaba. Ey şeker dudaklı, tatlı dilli dilberim, mekânsızım, merhaba.)
XIV. yüzyılda Azerî Türkçesi ile coşkulu ve lirik şiirler yazan Nesîmî'nin hayatı hakkında rivayetlere dayanan bilgilerle bezenmiştir. Seyyid Nesimi birçok divan şairini de etkisi altında bırakmıştır. Alevi-Bektaşi anlayışının gelişip yayılmasına çok büyük katkıları olmuş; Alevi Bektaşi geleneğinde önemli yer tutan, Alevilerin ‘7 Ulu Ozan’ından biri sayılmaktadır.
‘‘Erenler şahtan gelirler
Ali derler pirimize
Onikimam erleriz
Münkir ermez sırrımıza’’
Alevi-Bektaşi tasavvufunda Tanrı hiçbir yere sığmaz, tek bir yer vardır ki bu yer kâmil insanın gönlüdür. Hz. Ali’nin peygamberden sonraki ilk kâmil insanı temsil etmesi, böyle kabul görmesi ve diğer kâmillerin ona bağlı olması Nesimi’ye de gönülden bağlılığı getirmiştir.
Nesimi der ki; ‘İnsan Tanrı’dır, insanın dışında Tanrı yoktur. Bu yüzden kendini bilen, varlığının özünü kavrayan her insanın derin coşkunluk içinde ‘ben Tanrıyım’ anlamına gelen ‘enelhak’ demesi gerekir. İnsan konuşan bir Kuran’dır, Tasavvuf diliyle ‘Kuran’ı natıktır’. Kendini bilen, varlığının derinliğinde saklı sırları, olgunlukları kavrayan bir insan için en yüce ibadet, insana tapmaktır; özünün sonsuzluğundaki anlama saygı göstermektir.’
Nesimi Hurufilik inanışına oldukça bağlıydı öyleki tarikat şeyhinden çok onun adından bahsedilirdi. Bu mistik ve felsefi akım Kuran harflerinin gizemini çözmeyi ve varlık ile sayılar arasında bağlantılar kurmayı amaç edinmiştir. Allah kelâm şeklinde tecelli edilmiş; Harfler ya da yazı, kelâmı şekil hâline getirilir, bir kalıba sokularak derler ki “insan suretinde harflerin tamamı mevcuttur.” ,“insan suretinde Allah, tam tecellî etmiştir” ve bu düşünceleriyle insana tanrısallık atfetmişlerdir. Bu inancın mensupları Allah’ın Fazlullah suretinde yeryüzüne indiğini söylerler. (Fazlullah HURÛFÎ, Hurufiliğin kurucu piri.)
Elbette Seyyid Nesimi birçok insanı etkisi altında bırakarak kendisinden övgülerle bahsettirdiği gibi “zındık” olarak ithaf edildiği bir kesime de sahipti. Bunun sebebi herkesin anlayıp kabullenmediği fikirleri idi. Ve Nesimi’yi de bu inancın savunuculuğunu yaptığı için Halep’te katledildiği ve Nesimi’nin Halep’teki ölümünün halk arasında derin akisler uyandırdığı dillere pelesenk olarak bugünümüze kadar ulaşmıştır.
Elbette bu ölüm fermanı karşısında geri adım atmayan Nesim’i ölmeyi tercih etmiştir. Halkın gözleri önünde derisi yüzülerek öldürülme fetvası verilmiş. Rivayet öyle ki, halkın gözü önünde derisi yüzülmüş devrin ileri gelenleri arasında yetki sahibi bir şahıs bu güruh içerisinde şahadet parmağını kaldırmış ve “Bu öyle bir kâfirdir ki kazara pis kanı insanın bir uzvuna temas etse orasını kesmek lâzım gelir.” diyerek onu lanetlemişti. O sırada derisi yüzülen Nesimi’nin bir damla kanının adamın şahadet parmağına sıçradığı ve korku içindeki kalabalığın, parmağın kesilmesini söylediği fakat adamın parmağını yıkadığı da rivayet edilmektedir.
Hatta bunun üzerine de Nesimi’nin şu beyiti söylediği bilinmektedir:
‘‘Zahida bir parmağın kessen dönüp haktan kaçar
Gör bu miskin aşığı serpa sayarlar ağlamaz”
Diğer bir rivayete göre de derisi yüzülen Nesimi ayağa kalkar, yüzülmüş derisini bir örtü gibi sırtına alır ve bu vahşeti izleyenlerin dehşet dolu bakışları arasında yürüyerek gider. Kimse nereye gittiğini bilmez lakin Halep’in 12 kapısında bekleyen kapıcıların her biri kendi bulundukları kapıdan çıktığını iddia ederler. Bu yüzden derler ki Nesimi 12 kapıdan aynı anda çıkıp sırlara karışmış ve sır olmuştur.
‘‘Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam
Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam
Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim
Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam’’
Vahşice öldürülüşü Nesimi’yi ikinci Hallacı Mansur olarak tanınmasını ve bu şekilde anılmasını sağlamaktaydı.
Divan şiirinde Nesimi’nin adının yer aldığı beyitlere bakıldığında çoğunlukla Hallac-ı Mansur ile birlikte anıldığını görmek mümkün kılınmıştır. Bunun nedeni ise her ikisinin de aynı kaderi paylaşmış olmasıdır. Nesimi nasıl ki inancı gereği katledilmişse, Mansur da “ben Hakk’ım” sözünü söylediği için asılmıştır. Her ikisi aynı uğurda can vermiştir. Nesimi de divanında çok defa Mansur’u anmış ve Mansur’un “ene’l-Hakk” diyerek doğru bir söz söylediğini savunmuştur. Hallac-ı Mansur’un idamına sebep olan "Ene'l-Hak" sözü, "Ben Hakk'ım" demek olup hakiki manasının: "Ben yokum. Hak vardır." demek olduğu kaynaklarda yer almaktadır.
*
Bu fevkalbeşer iki şahsiyet edebiyatımızda ve toplumsal kültür bileşimimiz içerisinde yer etmiş ve izleri dünden bugüne hâlen içerisinde var olduğumuz vakte kadar gelebilmiş ve silinmemiştir. Bizler baktıkça görecek, gördükçe harman olacak hep daha çok okuyacak elden geldikçe, gönül kaleme yarenlik edecek ve siz okudukça bulaşarak çoğalacağız! Öyledir ki tamamen yok olmuş gibi görünen bir şeyin yeniden canlanması ibaresi taşıyan ‘BÂSÜBÂDELMEVT’ biz duymaya anlatmaya devam ettikçe yeniden can verecek ve izleri silinmeye yüz tutmuş her kim var ise bu deryada onlara can vermeye can olmaya devam edeceğiz.
*
Mahlasım Nesimi ismim Ali’dir
Bu çarh dönmektedir, sanman halidir
Şükür kalbim iman ile doludur
Cürm-ü isyanımız bilelden beri
*
Aşk-ı niyaz ile.
Yorumlar
Yorum Gönder