AĞRI DAĞI EFSANESİ

 Sanki bir tank çıkıp geliyor bir ağıttan.. bir sürü çiçeğin üzerinden geçiyor da koşuşan atlar görüyorum; hırçın, ürkek, cesur... okurken bir cura tınısı kulaklarımda..öyle ki damağımda bıraktığı acı bir tat var.

*

‘’Şu insanlar, şu dünyada var oldukça her şeye akıl erdirecekler, kartalın uçuşuna, karıncanın yuvasına, ayın, günün doğuşuna, batışına, ölüme, kalıma, her şeye akıl sır erdirecekler. Karanlığa ışığa, her şeye, her şeye akıl erdirecekler, tek insanoğluna güçleri yetmeyecek. Onun sırrına ulaşamayacaklar.’’


Zamanlardan bir zaman imiş. Ağrı'nın yamaçlarındaki köylerden birinde Ahmet adında yiğit bir genç yaşarmış. Bir gün bir kır at gelmiş Ahmet’in kapısına durmuş.  Öyle güzel bir at imiş ki yelleri rüzgar estirir ak bedeni göz kamaştırmış. Köyün bilge dedesi Sofi varıp Ahmet’in kapısına gittiğinde kır atı görmüş ve gördüğü ilk anda bilmiş ki bu at Hak’tan yadigardır! Ağrılı insanlar sahipsiz ve sebepsizce bir at gelir de kapınızda durursa bu atın Hak’tan geldiğine inanırlarmış ve can verirler yine de o atı kimseye vermezlermiş! Ağa da olsa paşa da! Hak verir hak alır derlermiş. Sofi atın boynunda asılı olan damgayı görür görmez tanımış. At Mahmut Han’ınmış. Ahmet'e atı üç kere aşağı bozkıra bırakıp gelmesini, eğer üç kerede bu kapıya dönerse atı kimseye vermemesi gerektiğini söylemiş. Ahmet atı üç kere bozkıra indirmiş ve her eve dönüşünde görmüş ki at Ahmet’ten evvel evin kapısında dururmuş. Bunu gören köy halkı at Hak’tandır atı kimseye veremezsin, veremeyiz demişler. Fakat Mahmut Han bu durumu asla kabul etmemiş. Köye askerlerini yollamış saraya eli boş dönen askerleri görünce  öfkeden dolmuş da taşmış. Bu sefer kendisi de askerleri ile köyün yolunu tutmuş ama gitsin de ne görsün köyde kimse yokmuş. Tüm köy Ahmet’i ve atı saklamak için Ağrı’ya çıkmış. Mahmut Han bu durum karşısında köyü ateşe vermelerini istemiş o sırada köyde tek bir kişinin hala var olduğunu fark etmişler ki bu kişi Sofi dededen başkası değilmiş.

 Sofi’yi de alarak sarayına dönen Mahmut Han dedeyi zindana attırır ve bölgedeki beyleri sarayına toplar onlardan atını çaldığını söylediği Ahmet’i bulup huzuruna getirmelerini ister, eğer Ahmet gelmez ise Sofi öldürülecektir. Musa Bey yola düşe dursun Han kızı Gülbahar olanları büyük  bir acı ile izler. Gülbahar Han'ın da Ağrı halkınında çok sevdiği Nam-ı diyar ‘Gülenkız’dır. İyilik etmekten gayrı bir derdi tasası yoktur. Zindandan gelen eşsiz kaval sesine kulak verir yasak olduğunu bildiği halde zindana iner ve kapıda duran Memo’dan yalvar yakar anahtarı almayı başarır. İçeri girdiğinde kaval çalan Sofi dedeyi görür kavalın sesi öyle büyüleyicidir ki öylece kalakalır o duvar dibinde ta ki Sofi dede fark edip de Gülenkızı görene dek. Çaldığı eşiksiz güzelliğin ne olduğunu sorar ve ''Bu,'' der Sofi, ''Ağrı dağının öfkesidir. Ağrı çok öfkelenmiş sonra da atalar Ağrının bu öfkesine türkü yakmışlar.''Yaş alıp yaşlandığını artık eskisi kadar nefesinin yetmediğini, bunu da en güzel yiğit Ahmet’in çaldığını söyler, Sofi Ahmet’ten söz ettikçe Gülbahar bu yiğit delikanlıya korkunç bir merak ve sevda besler. Derken bey Ağrı’ya varır köy halkını bulur ve onlara durumu anlatır. Sofi’nin can tehlikesini duyan Ahmet atı köylüde bırakır ve beyle saraya döner. Atı götürmez çünkü; ‘at Hak yadigarıdır. Tüm Ağrı’ya armağan!’

Ahmet'i bulan Musa Bey Ahmet'i razı eder saraya dönerler. Mahmut Han Ahmet'in geldiğine sevinmiştir. Bu sevinç Ahmet'in atı vermeyi kabul etmemesiyle son bulur. Sinirlenen Mahmut Han hem Ahmet'i hem de Musa Bey'i zindana attırır. Ahmet’in saraya geldiğini ve zindana atıldığını duyan Gülbahar koşar varır Memo’ya! hayran olur, kurban olur ikna eder anahtarı vermeye! Daha birbirlerini gördükleri ilk anda aşık olurlar. Gülbahar zindancı başı Memo'nun yardımıyla sık sık zindana gelir. Ahmet’in kavalının nameleri ile adeta büyülenir.. Mahmut Han atını geri alamadığı için Ahmet’i öldürmeye karar verir. Bu durum karşısında Gülbahar önce kardeşi Yusuf’tan yardım ister. Lakin istediği yardımı alamaz ve son çare Demirci Hüso'dan yardım ister. Hüso Kervan Şeyhi'nin de yardımıyla atı getirir ve sarayın kapısına bağlar. Ancak artık ne olursa olsun Han Ahmet’i öldürmeye kararlıdır. Derdi atından çok kendine armağan gelen bu değerli atı bir dağlıya kaptırmak olmuştur ve ondan  bu şekilde intikamını almak ister. Gülbahar’ın tüm çareleri tükenir. Adeta kararır içi! Ahmet’i kaçırmaktan gayrı bir yol kalmamıştır. Koşar gider Memo’ya Ahmet’i serbest bırakmasını ister ve karşılığında Memo’ya ne isterse vereceğini söyler. Yeter ki Ahmet yaşasın! Ahmet yaşasın! Ahmet’in canı sağ olsun, ayağı taşa değmesin yeter!! Memo içten içe sevdalı olduğu kadının karşısında diz çöküp yalvarmasına dayanamaz  ve ona Ahmet’i bırakacağını söyler ve karşılığında Gülbahar’ın saçından bir tutam tel ister. ‘vur kılıcı kes saçımı’ der Gülbahar. Bin hürmet bin şükür kalkar ayağa.. Memo gün ışımadan evvel açar kapıları Ahmet’i serbest bırakır. Ahmet’in saraydan uzaklaşmasını seyreyler iken kendi canını alaca şafakta teslim edeceğini de bilir Memo! Öyle sevdalıdır ki Gülenkız’a onun için hem ondan hem kendi canından vazgeçer.

Olanlardan ve olacaklardan çok korkan Yusuf babasına gidip Gülbahar'ın yaptıklarını anlatır. Bunun üzerine Mahmut Han kızı Gülbahar'ı da zindana atar.bunu duyan köy halkı sinirlenir ve büyük bir kalabalık halinde saraya doğru yürürler. Han sarayın içinde döner durur ve düşünür.  Ölümü ve hayatı düşünüyordu şüphesiz! İnsanları, şu dağlardan , ovalardan kopup gelen kalabalığı düşünüyordu. Dışarıdan bakınca bunlar bir erkek ve bir kadının mutluluğu için buraya toplanmışlardı, öyle görünüyordu ama bunun altında çok şey vardı. İnanılmaz bir öfke vardı. Yüz bin yılın başkaldırma duygusu vardı. Şu konuşmayan, kıpırdamayan öfke...

Gülbahar'ı alan köy halkı Hoşap Kalesine giderler. Han onları burada da yakalar ancak bu kalabalık onu içten içe korkutmaktadır. Mahmut Han Ahmet'ten Ağrı Dağına çıkmasını ister. Eğer çıkıp dağın tepesine ateş yakarsa kızını ona vereceğini söyler. Ahmet hiç düşünmeden yola düşer. Ancak bilirler ki o güne dek Ağrı zirvesine çıkan olmamıştır. Çünkü Ağrı buna asla müsaade etmemiştir. Derler ki o dağın tepesine giden yolda taş kesmiş insanlar vardır! Derken günler geçer fakat köy halkı acı ve kederden Han kapısına dayanır her geçen saat adeta devleşen bu kalabalık Mahmut Han'ın içine korku salar.

‘’Bir delikanlıyla bir kızın sevdasını bahane eden öfke.. Gittikçe zaman bozuluyor ve halk azıtıyor. Bugün benim sarayımın kapısını tutarlar kız bahanesiyle, yarın İstanbul şehrini doldurur Padişahın sarayının kapısını tutarlar başka bir bahaneyle. Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulmazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez.’’ Diye düşünür. Ve kendini Ahmet için hazır ettiği darağacında asar.

Aynı vakittir ki Ağrı'nın tepesinden bir ışık yükselmeye başlar. köylüler sevinç içinde coşarlar, davul döver halay çekerler. Geri dönen Ahmet ile Gülbahar evlenir ve iki sevdalı tekrar dağa doğru yola çıkar. Küp Gölü yakınlarında bir mağarada dururlar. Fakat Ahmet Gülbahar’a karşı eskisi gibi değildir sebebini soran Gülbahar’a Memo'dan bahseder. Gülbahar'a Memo'ya ne verdiğini sorar. Ne vermiştir ki  zindancı başı Memo gitmesine izin vermiştir! Hiçbir şey vermediğini söyleyen Gülbahar Memo’nun sadece saçından bir tel kesip aldığını söyler. Ahmet ise bunu namus sayar ve yattıkları döşekte aralarına yalın kılıç koyar.

Ertesi sabah Ahmet kalkar, gider. Peşi sıra Gülbahar seslenir ama işe yaramaz. Gülbahar  dayanamaz ve Ahmet’i takip eder, ancak Küp Gölü denen gölün orada onu kaybeder. Ahmet kendini Küp Gölü’nün soğuk sularına bırakır. Gülbahar Ahmet'i Küp gölünde yitirmiştir. Peşinden kendini göle atan Gülbahar’da gözden kaybolur. İki sevdalı sır olurlar. El ele hiç kıpırdamadan öylece kalırlar, yürek yüreğe.

 “0 gün bugündür, Küp Gölü’nün oralardan geçenler, gölün kıyısına oturmuş, kara, ışık gibi parlak, uzun saçlarını sırtına sermiş, başı iki elleri arasında gözlerini som mavi suya dikmiş Gülbahar’ı görürler. Arada sırada Ahmet gölün sularında Gülbahar’ın gözüne gözükür ve Gülbahar kollarını açıp Ahmet'e yürür!

Göl kaynar, Ahmet silinir, Gülbahar silinir ve küçücük bir ak kuş gelip kanadını suyun som mavisine batırır. Ve sonra da bir atın kapkara gölgesi gölün üstünden gelir geçer.”


Dediklerine göre her yıl, bahar çiçeğe durduğu vakit, Ağrı dağının çobanları dört yandan gelirler, bakır toprak üstüne otururlar. Bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar! Tan yerleri ışırken kavallarını bellerinden çıkarır ve  Ağrı dağının Öfkesini çalarlar.

*

Ve gün kavuşurken ak kuş gelir... 

*

 Keskin kekik kokuları bu çorak toprak kokusuna nasıl olmuştu da katık olmuştu! Böylesine keskin. Genzim yandı, sesim kesildi! Bu tattan mahrum bırakmayın kendinizi ya okuyun ya izleyin ya da gidip Ağrı’nın eteklerine yatın! Bu diyardan göçmeden evvel!

Pınar AYDIN 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Denize dökülen bir pınar gibi,

Kanadın da kaderi kırılmak,

Tanıdığım bir ağaç var,